Uçsuz bucaksız bir karanlık, zifiri karanlığın tam ortasında bir gezegen; bu gezegenin üzerinde, bir simsiyah bir taş. O taşın üstünde kara bir karınca. Karıncanın ağzında ise tek bir kum tanesi…
O da ne? Karıncanın ağzındaki ki kum tanesi uçsuz bucaksız karanlığa düştü. Sizce o kum tanesi, uçsuz bucaksız bu zifiri karanlıkta ne olur?
Sizi duyar gibiyim. Evet, kaybolur, yok olur gider…
Zifiri karanlık evrende kaybolup giden kum tanesi var ya, işte o insanın kiri, pası, günahı. Ama umulur ki sadece merhamet kaynağına dönüşmüş insanın kiri pası günahı.
Uçsuz bucaksız kâinat ise yüce Allah’ın sonsuz rahmet deryası, merhametidir.
Hepimiz bu rahmete muhtacız.
Peki, biz ışıltılı yıldız kümesi gibi olan merhamet kavramının içerisinde karanlık bir taş olmak istiyor muyuz? Yoksa kristal bir küre gibi parlamak mı?
Merhamet, tüm ahlakların önünde bir rehber ise kim bu rehberi kaybetmek ister ki?
Yeryüzünde en çok ihtiyacımız olan duygu merhamettir.
Merhamet etmeyene merhamet edilmez…
Peki, nedir merhamet?
Elle tutamadığımız kesin, fakat yer kürenin üzerinde her biri kendi menkıbesini yaşayan her bir bireye göre bir tanımı vardır muhakkak. Mesela; merhamet duyarlılıktır, sempatidir, sorunları tolere etmektir, yargılamamaktır, dikkattir, anlayıştır, duygudaşlıktır, şefkattir.
Bu saydıklarıma itirazınız yoktur herhalde? Gördüğünüz gibi hiçbirini elle tutamıyoruz. Peki, kalp gözü ile de mi göremiyoruz?
Felsefeciler, âlimler, ermişler merhametin dünyevi menkıbemizin her bir adımında bize ışıklı bir yol sunduğunda hemfikir.
Yani merhamet aslında, iyileştirici ışığın ta kendisi.
Bir an için gözünüzü kapayın ve düşünün, insanlar daha merhametli olsa,
Dünyamız nasıl olurdu acaba?
Savaşlar, göçler, açlık olur muydu?
Peki, bu ışıklı yolu günümüzde kaç kişi görebiliyor ve bu yola adımını atıyor?
Evet, bu ışıklı yolda yol alanlar, rahmet denizinde yüzmek isteyenler merhamet çağrılarına kulak veriyorlar. Bu çağrıya sadece onlar koşuyorlar.
Zira bu ışıklı kutsal yola adım atanlar aksiyonerlikten geri duramıyorlar.
Yuvadan düşmüş henüz kanatları daha çıkmamış bir yavru kuşa kim kayıtsız kalabilir?
Bu yavru kuşu nazikçe avucuna alıp onu yuvasına geri koyan eli tutanın gözlerine bakan anne kuşun gözlerindeki minneti anca ışıklı yola girenler görebilirler.
Savaşın cehenneme çevirdiği bir ortamda sıkışıp kalmış mazlumlara elini uzatmak ve onlara yardım etmek ve karşılığında mazlumun bakışlarındaki derinliği görebilmek ancak ışıklı yola girenlerin göreceği bir zenginliktir. Bu da aksiyonerlik gerektirir.
Atalarımız ne güzel söylemiş “Merhamet olmazsa, fazilet kuru bir kelimedir.” Peki, merhametli olmak niye bu kadar zor? Çünkü faziletin, merhametin, rahmani her duygunun olduğu yere illa ¸şeytan dadanır. O, insana affetmeyi, merhamet etmeyi unutturmak için gece gündüz çalışır. Hâlbuki şeytanı galebe çaldıracak ne rahmetler çıkıyor her gün önümüze değil mi, sadece can gözüyle bakmak yetiyor, aslında. Merhamet âlemde öyle bir halka oluşturur ki, her zinciri bir haslettir.
“Yaratılmış ne varsa şefkat yolunda: Güneşte onun gölgesi olacaksın, soğukta hırkası, açlıkta ekmeği.” Diyor ermişler.
Eğer, herhangi bir meselede, biz af ve rahmet göstermezsek, Allah’a karşı olan kusurlarımızda hangi yüzle af ve merhamet dilenebiliriz ki? Zira buyruk çok açık değil mi?
Affeden, affedilir. Rahmet edene rahmet edilir.
Ayetteki dua şöyledir: “Bağışla ve merhamet et Rabbim! Sen merhametlilerin en iyisisin.”
Yine bilenler demezler mi “Gözler kör olmaz, göğüslerdeki kalpler kör olur.” Kalpler, merhametini kaybettiği zaman, kör olur.
Bugün kendimize bir iyilik yapalım. Merhametsizliğin bizi ve dünyayı ne hale getirdiğini bir kez daha düşünelim.
Çünkü merhamet etmeyene merhamet edilmez.
Ama önce kendimizden başlayalım.
Nasıl mı?
Kalu Belâ, bir Kur’an deyimidir. İnsanların, ebediyet âleminde birer zerre halinde yaratılarak İlâhî programa girdiği ilk zamanda gerçekleşen bir olaya ışık tutar.1 Söz konusu olay, Cenabı-ı Hakk’ın huzurunda insanların ilk duruşları, Allah’ın sorgusuna ilk muhatap oluşları, ilk imtihanları ve Rabb-i Rahîm’e verdikleri ilk ve tek sözleri ile ilgilidir.
Şöyle ki: Ebed tarafında, zerreler âleminde iken Rabb-i Rahîm: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sordu.
Bütün ruhlar ittifakla, huzur içinde ve kesin bir tasdik ve iman ile:
“Elbette ya Rab! Sen Bizim Rabbimizsin. Biz buna şahidiz” dediler.
Madem Allah (cc) bizim rabbimiz ve merhametin kaynağı o zaman kendimizden başlayalım ve kendimize merhamet ederek verdiğimiz sözü hatırlayalım. Zira ne çok unutan var.