Meselelerin en büyüğü ister felsefi, ister kültürel temelli olsun insanın kendisini keşfedip tanımlaması.
Ben kimim?
Ve neyim?
Sorusu kadim zamanlardan beri gelen kimlik arayışının merkezini oluşturur. “Ben” ve “ötekinin” algılanması işte bütün mesele budur ki aidiyet burada ortaya çıkar.
Kültürel kimlik var olmadan kişi var olabilir mi?
Küresel sömürünün küreselleşme ideali içerisinde kültürel unsurlar yok edilmesi gereken virüsler olarak algılanmaktadır. Küreselleşmenin öncüsü olan toplumlar küresel kültüre kendilerinin kabul göreceği bir ortamı hazırladığı için olumlu yaklaşırlar.
Asıl sorun kendilerinin dışında kalan toplumların kabul görmek gayesiyle yeniden kimlik arayışı içerisine girmeleriyle ortaya çıkar. Küreselleşme aslında kültürel temelde hem bir benimsemeyi, hem de bir reddetmeyi içermelidir. Küresel oyunun tuzağına düşerek kendini beğendirme öykündüğünü kutsama kimliksizliği özgürlüğünü kaybetmenin ilk adımıdır.
Küreselleşme olgusu varlığını siyasal, ekonomik ve kültürel alanda hissettiriyor gibi görünse de millî kültürler üzerindeki etkisi siyasi ve ekonomik boyutundan çok daha şümullü ve tehlikelidir. Küresel sömürü sömürmek için var olan bütün değerleri ve kutsalları yok etmek mecburiyetindedir. İşgalci istilacıların ve faşistlerin kütüphaneleri, kitapları yakması gibi aynen.
Kültür diyorsak esas belirleyici olan “kimlik” sahibi olmaktır.
Millî kültürü, dayatmalarla küresel sömürü düzeninin planı doğrultusunda yok etme faaliyetleri küreselleşme olarak ortaya konulmaktadır. Büyük aldatmacada budur. Küreselleşme hedef seçtiği toplumun fertlerinin örfünü, âdetini, geleneklerini ve göreneklerini planlı olarak yok edip iğdiş edilmiş zihinlere savunmasızca kendi değerlerini kutsatmaya hedeflidir.
İşte o o zaman sur üflenmeye başlamıştır o toplum için.
Kendi kimliğini ve kişiliğini oluşturan millî kültürüyle bağları kopan bir toplumun, hem başka kültür ve medeniyetlerle yaratıcı ilişkiler kurabilmesi, hem de özgüvenini koruyabilmesi imkânsızdır. Böylelikle hedef toplum çok daha kolay denetlenebilir ve yönetilebilir olacaktır. Küreselleşme oltası psikolojiktir. Son derece masum sunulur, bunu reddetmenin imkânsız olduğu düşüncesi aşılanır. Sanatın tüm dalları bu konuda elverişli birer silah olarak kullanılır.
Tek tipleşme olgusu, milli kültürlerin zayıflaması üzerine kuruludur. Bunun en büyük ayağı hedef kitledeki fertlerin maddi manevi her şeyi sürekli tüketen bir anlayışa sahip olmalarını var etmekten geçmektedir.
Medeniyetimizin mirasına sahip çıkarak kendi kültürel değerlerimizi muhafaza etmenin gayreti içerisinde olmak yaşamak için nefes almakla eşdeğer hale gelmiştir günümüzde.
Küreselleşmenin kültürel erozyonuyla savaşmak ancak merhamet, muhabbet, şefkat, bilgi, rekabet, verimlilik, toplam kalite, girişimcilik, küresel düşüne bilme, pür bir yaşam oluşturma gibi değerlerin ışığında insanın merkeze alındığı, milli eğitim yapılanmasıyla mümkün olabilir.
Kültürümüzün ekseninin, tarihsel ve kültürel havzalarımızın ihya edilmesi görsel sanatlar ve edebiyat ile desteklenirse ancak o zaman etkili olabilir.
Kültür politikalarında devletin rolü teşvik edici olmalıdır. Devlet bu noktada baskılayan, iğdiş eden, hayal gücünü ve metaforları söndüren değil, açan, yön veren ve destekleyen olmalıdır.
Kendi kadim değerlerine saygılı, varlığını borçlu olduğu coğrafyanın tüm renklerini yara saran bir zihniyet ile ve evrensel bir okuma ameliyesinden geçirmiş sanatçıların, edebiyatçıların desteklenmesi ve önünün açılması küresel sömürüden kurtulmanın en önemli savunma aracıdır.
Dilimizi ve kültürümüzü yeniden üretecek eleştirel bakış açılarını asla gözden kaçırmadan ihya faaliyetleri asla göz ardı edilmemelidir.
Neslimizin mutlu bir dünyada yaşamasını istiyorsak, ortak aklı, sağduyu, vicdanı ve ihtiva ettikleri manaları tekrar hayatımıza sokmalıyız.
Adaletli olmanın, ahlaki davranmanın hak ve adalet kavramlarından uzaklaşmamak olduğunu ve bunların ne anlam ihtiva ettiğini kendi toplumumuzdan başlayarak bütün dünyaya yaymak mecburiyetindeyiz.
Küresel sömürü aktörlerinin hedef aldıkları toplumlardaki arzu ettikleri yok edici küresel felaketlere dönüştürme arzularının yok edilmesi sanatçılar, edebiyatçılar ve mütefekkirler eli ile toplum katmanlarında şuura dönüşebilir.
Bu mücadele insanoğlunun saylonlular ile mücadelesinden başka bir şey değildir.